Hoşgeldiniz..
Seviye Belirleme kısmına gelip örnek rp'nizi bıraktıkdan sonra istediğiniz mesleği veya öğrenci olmak istiyorsanız binanızı seçebilirsiniz.

Magicus Extremos Yönetim.
Hoşgeldiniz..
Seviye Belirleme kısmına gelip örnek rp'nizi bıraktıkdan sonra istediğiniz mesleği veya öğrenci olmak istiyorsanız binanızı seçebilirsiniz.

Magicus Extremos Yönetim.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Léa

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Chloë Léa Quixié




Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 13/07/09

Léa Empty
MesajKonu: Léa   Léa Icon_minitimePtsi Tem. 13, 2009 7:04 pm

Yerde boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Beynindeki karanlıktan kurtulup korkunç manzaralardan uzaklaşmak için gözlerini açtı. İlk önce gözlerini açtığından emin olamadı. Ölü cadıların, büyücülerin ya da insanların alevler içerisindeki görüntüleri gözünün önünden gitmiyordu. Konsantre olup son birkaç saati tam anlamıyla hatırlamaya çalıştı. Ölüm Yiyenler, Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyelerine ve destekçilerine zulmetmek ve çevredeki Muggleları katletmek için Godric’s Hollow’u basmışlardı. Yüzünü göremediği bir Ölüm Yiyen ona lanetler savurmuş, o da karşılık vermek zorunda kalmıştı. Oradan, bu ıssız Muggle sokağına cisimlenmişti; gerisini hatırlamıyordu. Muhtemelen tasarladığından birkaç santim yana cisimlendiği için kafasını duvara çarpıp bayılmıştı. O an kafasında bir şimşek çaktı. Ailesi tehlikedeydi! Asasını elinde tuttuğunu fark edince “Lumos” diye fısıldadı. Boğazı kurumuş olduğu için bunu söylemekte zorlanmıştı. Asanın ucundan çıkan ışık oldukça zayıf olsa da zifiri karanlığı delip geçmiş, ince bir çizgi halinde boşlukta süzülüp sokağın bir ucundaki kırmızı arabayı aydınlatmıştı. Asa büyük ihtimalle hasar görmüştü. Lumos gibi basit büyülerden başka bir büyü yapmaya kalksa, muhtemelen geri teperdi. Yerinden kalkmaya çalıştı. Biraz uzun sürse de sonunda başardı. Ayakları uyuşmuş, karanlık başını döndürmüştü. Bir şeye takılıp düşmemek için asasını adımlarının hemen önüne tuttu.

Ne kadar süredir yürüdüğünü bilmiyordu; doğru yöne gittiğinden bile emin değildi ama ayakları açılmış, bacaklarına güç gelmişti. Acıkmaya başlamıştı. Başka zaman olsa bir şeyler atıştırmak için uygun bir yere cisimlenirdi, ama ailesi tehlikedeyken bunu aklından bile geçiremezdi. Yürümeye devam etti, yol ikiye ayrılıyordu. Düşünmeden sola saptı. Ama bu tamamen bir hataydı. Ölüm Yiyen Fernando De Lemuß, pusuya yatmışçasına onu orada bekliyordu. Buz gibi soğuk sesiyle, “Genç bayan, birine mi bakmıştınız? Ben de sizi bekliyordum. Hıçkırıklarınız sokağın öbür ucundan duyuluyor." Ağlıyor muydu yoksa? Bunu daha önce fark etmemişti. "Ah, aileniz konusunda endişelenmeyin profesör. Onlar şu an muhtemelen sizden çok uzakta. Korkarım ki arkadaşlarım onların işini bitirdi. Biliyorum, onlardan ayrılmak istemiyorsunuz. Ah, bakın aklıma ne geldi? Onları ziyaret etmeye ne dersiniz? Sonsuza dek... Nasıl fikir?” dedi. Sydney, içinden, “Yalan söylüyor, yalan, yalan... İnanma Syd, onlar iyi. Onlar çok iyi ve şu an Gelecek Postası’na, savaşın nasıl olduğu hakkında röportaj veriyorlar.” diye geçirdi. Beyninin bir parçası Fernando’nun söylediklerini kabul etmiyor, diğer parçası da “Acaba?” diyordu. Bunları düşünürken, ölüm yiyenin ona yaklaşmakta olduğunu ve asasını göğsüne doğrultmuş olduğunu fark edememişti. “Cru-

“Avada Kedavra!” Bu sözlerin ağzından nasıl çıktığını anlamadı. Asası hazır bile değildi. Aslında laneti yapanın kendisi olmadığını, ancak London ona iyi olup olmadığını sorduğunda anladı. “Sydney, iyisin değil mi? Haydi, hemen buradan gidelim. Vay be, seni nasıl bulduğumu bilmiyorum. İkiz olmak böyle bir şey demek ki... Her neyse, burada daha fazla kalamayız. Onun öldüğünden emin değilim. Aslına bakarsan, bu laneti ilk kez yapıyorum. Off, hadi Sydney, hareketlen biraz. Septirmeden cisimlenebileceğine eminsin değil mi? Hiç iyi görünmüyorsun.” Sydney, ikizine baktı ve ağzından bir fısıltı halinde şunlar döküldü;

“Kaç London...” London ne olduğunu soran masmavi gözlerini Sydney’ninkilere dikmişti. Sydney yutkundu. Hiçbir şey söyleyemedi. Arkadan gelen ölüm yiyeni anlatamadı kardeşine. Beyni durmuş gibiydi, sözcükler ağzından çıkmıyordu. Ömürlerinin son saniyelerini, birbirlerinin yüz hatlarını inceleyerek geçiriyorlardı. Belki de buna değerdi, belki de damarlarında kanın aktığı sürece hep yanında olmuş kişiyle beraber alacaksa ölüm; gitmeye, ölmeye değerdi. En güzel ölüm şekliydi belki de bu; kardeşinin yanında ölmek, geride ağlayacak fazla kişi bırakmadan... Ölüm Yiyen yaklaşıyordu. Sydney asasının zayıf ışığını, ölümünü vermeye gelen adamın yüzüne tuttu ve gözlerini ikizininkilerden ayırarak ona baktı. Şok, soğuk geceyi yaran kızgın bir hançer gibi geldi ve göğsüne saplandı. Ağabeyi William asasını uzatmış, gaddar bir gülümsemeyle onlara doğru yaklaşıyordu. Her şey ağır çekimde gibiydi. London da arkasını döndü, Sydney’nin nereye baktığını anlamaya çalışıyordu. “Ah, William! Sen miydin? Sanırım Sydney’yi biraz korkuttun. Şükürler olsun, yaşıyorsun!” William’ın gülümsemesi daha da yayıldı. “Avada Kedavra!” diye haykırdı. Asadan çıkan yeşil ışık, London’ın bedeniyle buluştu ve onu dondurarak yere düşürdü. Sydney hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı. Ölümü Imperius laneti etkisi altında olan ağabeyinin elinden mi olacaktı? Hayır, ona lanet yapamazdı, ona zarar veremezdi. “William.” diye yalvardı. O sırada, bir yerde yeşil bir ışık çaktı ve “Aah!” diye bir haykırış duyuldu. Sydney nereye bakacağını şaşırdı. Yutkundu ve kimin bağırdığını anlamaya çalıştı. Tüm sokak bodur evlerle doluydu. Hepsinin camları kırılmış, kimisinin de duvarları yıkılmıştı. Sokak lambaları kim bilir ne zamandan beri kırıktı. Tekrar William’a baktı ve bunun bir şaşırtmaca olup olmadığını anlamaya çalıştı. Ama ağabeyi eskiden durduğu yerde durmuyordu. London’ın başına eğilmiş ağlıyordu. “London? Sydney? Nasıl? Tanrım, lütfen onu kurtar!” diye fısıldıyordu. Sydney, William'ı kontrol eden Ölüm Yiyenin öldürüldüğünü anladı. William'a yaklaştı. “O gitti Will.” dedi. Hıçkırıkları durmuştu, artık ağlamıyordu. Sıcak gözyaşları yanaklarından süzülüp ağzına giriyor, ağzında tuzlu bir tat bırakıyordu. William Sydney'ye döndü ve “Benim kardeşim, benim... Benim kardeşim öldü.” diye fısıldadı. O da gözyaşlarına engel olamamıştı. Sydney ağabeyine sarıldı. “Burası güvenli değil, gitmeliyiz William.” dedi. William London’ın cansız bedenini kucaklarken, “Bunu kim yaptı? Onu göremedim, çok karanlıktı. Hemen cisimlenmiş olmalı.” diye mırıldanıyordu. Sydney, elinin tersiyle gözlerini sildi ve bir şey söylemeden önce düşündü. Gerçeği söylemeli miydi? Böyle bir zamanda bu doğru olur muydu? William bunu duyunca ne yapardı? Bunları iyice düşündükten sonra, sırası olmadığını düşündü. Hala tehlikedeydiler ve William’ın bunu şimdi öğrenmesi ikisi açısından da iyi olmazdı. Karanlık sokakları geride bırakmış, daha aydınlık bir yere gelmişlerdi. Sydney sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ve durdu, William’ın yemyeşil gözlerine bakmadan önce derin bir nefes alıp yutkundu. “Görmedim William, şu an biraz başım ağrıyor. Biraz acele etsek?” William, London’ı kollarına biraz daha sardı ve adımlarını hızlandırdı. O anda Sydney’nin gözleri karardı. Elini boşlukta sallayıp tutunacak bir yer aradı ve eli soğuk duvara değdi. Tozlu duvardan destek alarak ayakta kalmaya çalıştı. Sonunda kendine gelebildi ve mavi gözleriyle boş ve karanlık sokakta William’ı aradı. Sokak birkaç metre ileride ikiye ayrılıyordu. İçgüdülerine güvenerek sağa saptı ve...

William, yüzünde bir şok ifadesiyle yerde yatıyordu. London’ın cansız bedeni sokağın öbür ucundaydı. Arkası dönüktü ve kafası kanıyordu. Her şey bitmişti. Sydney karşılaştığı manzara karşısında daha fazla dayanamadı. “Accio hançer!” Gözlerini kapattı ve William'ın cüppesinin cebinde olduğunu bildiği hançerin eline gelmesini bekledi. Buz gibi soğuk hançer eline değdiğinde gözlerini açtı ve onu kabzasından çıkarıp hiç beklemeden kendi karnına sapladı. Her şey çok kısa sürdü, uzun olmadı. Bir saniyede, belki daha da kısa bir sürede buluştu karanlığıyla. Gecenin karanlığı gibi değildi bu, Güneş’in parıltısını da barındırıyordu içinde. Acı yoktu. Kavurucu sıcaktı, ama bedenine buz bastırılıyormuş gibi hissediyordu. Anlatması zordu ama güzeldi. Merdivenden çıkarken bir basamağı atlamak gibiydi. Hüzün vardı biraz belki, belki de hissettiği şey *mutluluk*tu. Bir süre sonra bembeyaz bir elbise giymiş ona doğru koşan London’ı gördü. Bembeyaz teni adeta parlıyordu, mavi gözleriyse ışıl ışıldı. Sydney de kardeşine koştu. Biraz ileride Wiliam vardı, siyah peleriniyle her zamanki gibi yakışıklıydı. London’ın kolundan çekip ağabeyinin yanına gitti. Daha önce görmemişti; babası da oradaydı, gülümsüyordu.


Başka bir sitedeki RP'mdir. Çok fazla renk seçeneği bulunmadığından ve fazla vaktim olmadığından renklendirmem biraz gelişigüzel oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexânder C. Spéctua
Okul Müdürü
Okul Müdürü
Alexânder C. Spéctua


Mesaj Sayısı : 42
Kayıt tarihi : 11/07/09

Karakter Kartı
Galleon: 1500

Léa Empty
MesajKonu: Geri: Léa   Léa Icon_minitimePtsi Tem. 13, 2009 7:08 pm

Rp Puanı : 90

Birkaç yazım hatası ve imlaya rastladım sadece.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://dissendium.yetkin-forum.com
 
Léa
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Her Telden ::  Arşiv -
Buraya geçin: